10 May 2014

Bayramda Balkanlar

14-20 Ekim 2013

Sevgili iş arkadaşım, aynı zamanda 3 yıllık masa komşum, Senem ile yıllardır tatil planı yapmaya çalışır, bir türlü başarılı olamazdık. 3 kişilik bir ekibin üyeleri olduğumuzdan dolayı, ikimizin aynı anda izin almamız imkansız.

       -   30 Ağustos Cuma ya geliyor, Pazartesiyi izin alıp Beyrut’a mı gitsek?
        -   Ay açılışı var, izin alamayız.

       -   29 Ekim Salı, Pazartesiyi izin alsak?
       -   Ay başı, olmaz..

Bu diyaloglar böyle devam ederken, klasik bir iş gününde, klasik bir Pegasus kampanya maili aldık. Kampanyaya dahil diğer ülkeleri hatırlamıyorum, fakat hem vizesiz olmasından dolayı, hem de bilet fiyatından dolayı, Arnavutluk – Tiran ikimizin de dikkatini çekti, hemen eşlerle konuştuk, ve Kurban Bayramı için tatil planımızı inanılmaz ve şaşırtıcı bir hızla gerçekleştirdik. (İst-Tiran gidiş dönüş, kişi başı 200 TL)





Benim maalesef, seneye Mayıs’a kadar hiç iznim yok, Senem de ise çok, neyse bu konulara girmeyeyim, şirkette 2009 öncesi girişlilerin 30 gün, 2009 sonrası girişlilerin 14 gün izni var. Haksızlığa bakar mısınız!! Konuya girmeyeyim dedim, ama walla yazınca da sinir oldum ama aa.

Pazartesi yarım gün tatil olduğundan, benim de hem iznim olmadığından, hem de Arnavutluk ve çevresi için 6 gün yeterli olur diye düşündüğümüzden, 14.10 akşamüstü gidiş, 20.10 sabah dönüş olmak üzere uçak biletlerimiz aldık. Oleyy, başlasın hazırlıklar.

Hazırlıklar başlasın dedim, dedim de, kendi adıma dürüst olmak gerekirse, ben pek birşey yapmadım. Senem, araç kiralama firmalarıyla yazıştı, pazarlık yaptı, en uygununu buldu, ödemeyi yaptı, yol haritamızı çizdi, excel de yıldızlar koydu, gün gün, ülke ülke, gezilecek, görülecek yerleri yazdı, çizdi, otelleri araştırdı, otellerle yazıştı, birkaç seçeneğe indirince, benim de fikrimi aldı…

Hazırlıklarından da anlaşılacağı üzerine, Senem, düzenli ve titiz biri, ben ise daha dağınık, biraz plandan bağımsız olmayı seven biriyim, bir yeri sevdim mi, plana uyacağım diye, bir sonraki şehre gitmeyi değil de, o şehirde bir gün daha kalmayı tercih ederim. Senem içinse, bir plan yapıldı mı, o plana kesinlikle uyulmalı. Tamam Senemle çok iyi anlaşıyoruz, ama tatil farklı olabilir, bu saydıklarımdan ötürü içimde bir korku da yok değil. Ya tatilde kavga edip, geri kalan iş hayatımızı birbirimize zehir edersek? Aman Allah korusun.

Ve işte tatil günü geldi çattııı, hatta Pazartesi günü de toptan tatil oldu.

Leventle havaalanına buluşma saatimizden yarım saat erken geldik, e bari valizlerimizden kurtulalım deyip checkinimizi yaptık. Biz oralarda dolanırken, Senem aradı, ve bizim checkin yaptırdığımızı öğrenince, benle trip trip konuştu. Allah dedim tamam, korktuğum başıma gelecek. Zeynep zeynep düşünme böyle şeyler, çok güzel bir tatil olacak.

Uçağımız vaktinde kalktı, Arnavutluk bizden bir saat geri, bugünü de değerlendirecek vaktimiz var. Havaalanından Peugeot 308 imizi aldık, yarım saat pandizot bekledik ve otelimize doğru yola koyulduk. Trafik berbat, yolcu indirmek için insanlar sağa çekme gereği bile duymuyor, oldukları yerde rahat rahat duruyorlar. Otelimiz Center Rooms, http://centerroomsoresti.com/  Otel güzel değil, fakat temiz, yeri merkezi, internet var. Oda başı 32 euro ödediğimizi düşünürsek, bu fiyata gore gayet güzel bir otel. Alışveriş merkezi gibi bir binanın içinde, daire tipinde odalar, mutfaklı. Neyse zaten bir gece kalacağız, o yüzden çok da umursamıyoruz otelin güzelliğini.




Karnımız aç, otelden aldığımız tavsiye üzerine, Arnavut mutfağını denemek için, Era’ya gidiyoruz, bu sırada da akşam da olsa, şehri yürüyerek görme fırsatımız oluyor. Era’da yemekler fena değil, Tiran birası güzel, ama yemeğimiz genel olarak pek keyifli. Levent hariç, hepimiz yöresel yemekler tercih ederken, Levent’e haşlanmış tavuk düşüyor, bugünün şanslısı Levent. Birer ana yemek, ortaya karışık tabak, biralar falan derken, masamızı bir güzel donatıyoruz, ve hesap olarak 30 Euro ödüyoruz. Era’yı sevdik.





Kalacağımız diğer otellerden farklı olarak, Center Rooms’da kahvaltı var. Kahvaltı seçenekleri; börek, çikolatalı croissant ve meyve. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, hemen İşkodra’ya doğru  yola çıkıyoruz.
 




İşkodra’daki Rozafa Kalesi’nde bizi güzel bir manzara karşılıyor, bu güzel manzara ve aşağıda bahsedeceğim Kalenin efsanesi dışında da pek ilginç birşey yok. Zaten pek ziyaretçi de yok, bu arada giriş hatırladığım kadarıyla 3-4 TL civarıydı.

 
“Efsaneye göre, 3 kardeş bu kaleyi inşa etmeye başlar, ancak gündüz diktikleri duvar gece yıkılır. Bir türlü kaleyi tamamlayamazlar. Bir gün yaşlı bir adam onlara kaleyi ayakta tutmak için yapmaları gerekeni söyler. Ertesi gün kardeşlerden hangisinin eşi yemek getirirse, onu canlı canlı kalenin duvarlarına gömmeleri gerekmektedir. Kardeşler eşlerine bunu söylememeye karar verir, ancak ağabeyler sözlerinde durmaz ve eşlerine durum anlatır. Ertesi gün en küçük kardeşin eşi Rozafa yemekleri getirir. Kadın diri diri gömülmeyi kabul eder ancak bir şartı vardır: Bebeğini görebilmek için sağ gözü, ona sarılmak için sağ kolu ve onu emzirebilmek için de sağ göğsü dışarıda kalmalıdır. Rozafa duvarlara gömüldükten sonra kalenin duvarları yıkılmaz. Her yağmurda kaleden aşağı akan su kireç taşlarının etkisiyle beyaz bir renk alır ve halk arasında bu “Rozafa’nın sütü” olarak kabul görür.” 




 
İşkodra’dan sonra, rotamızda olmamasına rağmen, yine oteldeki adamın tavsiyesi üzerinize, Ulcinj’e gidiyoruz. Ulcin, deniz kenarında sempatik bir yer, fakat şansımıza hava yağmurlu, çevrede hiç insan yok, oturacak bir yer bulamaıyoruz, heryer kapalı, bulduğumuz yerde de, yemek servisi yok.. derken güzel bir yer olmasına rağmen, biz pek zevk alamıyoruz, küçük bir pastanede, börek ve pizza yiyoruz, iki foto çekiyoruz, ve Bar’a doğru yola koyuluyoruz. İlla gelinecekse buraya yazın gelinmeli.

Bar, sempatik bir yer, öğrenci şehri havası var. Meydanda bir yerde oturup kahvemizi içiyoruz, etrafa bakınıyoruz, kızların saçları altın sarısı, upuzun bacakları… erkekler de maalesef bir o kadar sönük.

Kahvemizden sonra, meydanda küçük bir tur atıyoruz, Senem saç düzleştiricisi alıyor, bense 3 paket upuzun takma tırnaklar. Tamam Senem’in alışverişini anladım, benimki ne alaka bilmiyorum. Evet itiraf ediyorum, ucuz buldum aldım. Ev böyle ıvırzıvırlarla dolu, allahtan sahibinden.com var J Balkan turumuzla alakası yok, ama son 10 günde, bana küçük gelen bir eskrim eldiveni, bir zamanlar severek taktığım, ama artık sıkıldığım  yeşil plastik bir saat ve yine aynı şekilde bir termos bardak sattım. Şuan çok motiveyim, takma tırnakları da heran sahibindene koyabilirim :)


ilginç



Budva’ya doğru  yola çıkıyoruz, yolumuzun üzerinde Sveti Stefan diye bir var, denizin ortasında küçük bir adacık ve otel.  İyiki burada durmuşuz, çok güzel bir yer, arkamıza Sveti Stefan’I alıyoruz, bol bol foto çekiyoruz. Levent ve Selçuk daha tatilin 2. günü olmasına rağmen bu fotoğraf olayından bıktılar, fakat yapacak birşey yok, kızlar poz vermeyi seviyor J
 
Sveti Stefan

Karadağ yani daha havalı söylemek gerekirse Montenegro J ucuz memleket, bir daha geldiğimizde Sveti Stefan da kalalım diye düşünürken, şuan internette oda fiyatlarına bakıyorum, baktım ve 630 eurodan başlıyor, maşallah.


Budva’ya geldik, umduğumuzu bulamadık, arabayla minik bir tur, sonrasında yola devam. Herceg Novi ye gitmek için, Kotor’dan, Lepetane Kamenari Feribot’una biniyoruz, yaklaşık 20 dk sürüyor ve işte Herceg Novideyiz. Burada kalacağımız otel, “Apartments Mediteran”, oda fiyatı 24 euro. Oteli bulmamız biraz zor oluyor, aynı yerlerde dönüp dolaşıyoruz, otelle yazışırken, “call the girl, she will take you” nun anlamını şimdi anlıyoruz. Kız, otelin önüne çıkıyor, bize el sallıyor. Odalar güzel, temiz, internet var, konumu merkezi. Kızın tavsiyesi üzerine, akşam yemeğimizi Konoba Kantula’da yiyoruz, Niksicko biralar içiyoruz, ben çok güzel biber soslu bir et yiyorum, cidden çok güzel, olsa da yesem şimdi.


 











Herceg Novi de, bol yağmurlu bir sabaha uyanıyoruz. Tatildeyken bu havalardan nefret ediyorum ama aaa. Bosna Hersek, Mostar’a doğru yola çıkıyoruz. Mostar’dan beklentim büyük, çünkü bu 5 günlük tatil planında, sadece bugünü yani Mostar gününü ben araştırdım, gezeceğimiz yerlerle ilgili bütün hikayeleri biliyorum, arkadaşlara şov yapacağım. Mostar’a geldik, maalesef yağmur şiddetini daha da arttırdı, tam deyimiyle bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Bu bardaktaki su ne zaman bitecek? Kendimizi zar zor bir köfteciye atıyoruz, köftecimizin adı Tima Irma. Cevapi (İnegöl köftesi benzeri) ve Pljeskavica yiyoruz. Bence bizim İnegöl köftemiz daha lezzetli.







Yağmur hala yağmaya devam ediyor, ama öyle böyle değil, bende düdük gibi bir şemsiye. İki şemsiye daha alıyoruz, Mostar Köprüsüne çıkıyoruz.

Stari Most, Mostar Köprüsü ve çevresi aslında çok güzel yerler, minik minik dükkanlar, cafeler… fakat maalesef şemsiyelerle bile yürünmüyor. Bu arada biraz Stari Mosttan bahsedeyim;


"Stari Most - The Old Bridge, Mimar Sinan’ın öğrencisi tarafından yapılmış. Osmanlı döneminde, buraya devşirme memurları gönderilirmiş ve yetenekli Hristiyan çocuklar sıkı bir eğitimden geçirilirmiş. Bir gün, köprünün kenarında çamurdan birşeyler yapan çocuk devşirme memurunun dikkatini çekmiş. Bu çocuk, yani Hayrettin, Mimar Sinan'ın yanına gönderilmiş…. ve Hayrettin büyünce de bu köprüyü yapmış. Köprü, İslam’ın simgesi olan hilal şeklinde ve Allah'ın 99 ismi için 99 basamaklı. Savaşta zarar gören köprüyü bir Türk firma onarmış, açılışını da Prens Charles yapmış. Evlenmek isteyen erkekler, beğendikleri kızla evlenmeye hak kazanmak için buradan atlarmış. Şuan ise iş 20, 30 euro karşılığında insanlar gösteri amaçlı köprüden atlıyor. Çok güzel bir özet oldu J





Yağmurlu Stari Most
 
Kaygan taşlardan oluşan bu 99 basamaktan, düşmemek için zar zor, dikkatli dikkatli geçiyoruz, şemsiyelerimizle birlikte ıslak resimler çekiyoruz, çektiriyoruz. Haydi bulduğumuz ilk yere oturalım. Yine alışveriş tezgahlarının hizzasında, küçük bir cafe bulup, otuyoruz. Dışarıda oturup da gelen gidene baksak pek güzel olurdu ama maalesef hala yağmur yağıyor. Bakır tepside, bakır cezve ve kulpsuz fincan eşliğinde türk kahvemizi içiyoruz. Bu arada ben daha güzel yapıyorum kahveyi :)


 


Ben anneciğime bir adet baykuş alıyorum, Senem kendisine 2-3 numara büyük bir kış ev terliği alıyor, sonrasında onu değiştirmek istiyor, ama değiştiremeyip, başka yerden kendi ayağına göre olanı da alıyor, ve Saraybosna’ya doğru yola koyuluyoruz.


Saraybosna çok hüzünlü bir şehir, binalar eski, hepsinde kurşun delikleri, bu binalarda yaşananları hayal etmek istemiyorum, hava da bu kötü düşünceler için çok müsait.


Saraybosna

Neyse otelimize varıyoruz, Apartments Casa United. Ben bu karamsarlığın içinde yine kötü, eski bir otel beklerken, çok güzel, yeni, temiz, dekorasyonu güzel bir otelle karşılaşıyoruz. Otelimizin konumu da çok merkezi, bir evin üst katı, 2 odalı bir daire, ve 4 kişi toplam 50 euro ödüyoruz, daha ne olsun.


Başçarşıyı geziyoruz, 1. Dünya Savaşının çıkmasına sebep olan Avusturya Macaristan prensi Arşidik Franz Ferdinandın, milliyetçi Govrila Princip tarafından suikasta uğradığı köprü olan Latin Köprüsü’nde fotoğraf çekiliyoruz. Başçarşıda, sempatik bir pastanede, bürek yiyoruz. Zaten geldiğimizden beri, sabah ve öğlen ya börek ya da köfte yiyoruz, Türkiye’ya döndüğümüzde sağlıklı beslenme kararı alıyoruz, fakat şuan döneli 1-2 ay olmasına rağmen, ben de +1 +2 kilo olmuş durumdayım ah ahh.

Latin Köprüsü
 

 

Akşam yemeğimizi, Dveri isimli bir restaurant da yiyoruz. Etimin üzerinde kocaman baharatlı bir tereyağ, eriyor da eriyor, yanında patates of off. Bu yemekten cidden hepimiz çok keyif aldık. Ortam karanlık olduğundan resimler çok güzel çıkmamış, ama herşey çok güzeldi. Ekmek yerine açmamtrak birşey vardı, sadece o bile yenirdi, kısaca herşey çok güzeldi, of acıktım.
 



Ertesi sabah, yine başçarşıda dolanıyoruz, Buregdzinica Bosna’da şuana kadar yediğimiz en güzel Boşnak Böreğini yiyoruz, tüm çeşitlerden denedim, en güzeli, sarımsaklı yoğurt soslu kıymalı olanı. Bu güzel kahvaltıdan sonra Belgrad’a doğru yola çıkıyoruz.





Belgrad’da Senemlerle ayrı binalarda kalacağız (Balkan Inn). Kalacağımız odaların fiyatları farklıydı, yanlış hatırlamıyorsam, biri 40, diğeri 50 euroydu. Fakat Senem güzel bir pazarlık sonucu, 10 euroluk bir indirimle, iki odayı eşitledi. En azından, bizi odalarımıza götürecek adama ödemeyi yapana kadar biz öyle düşünüyorduk. Senemler odalarına gitti, sonra adam bizi Senemler’e 5 dk mesafede olan başka bir binaya götürdü. Biz de ödememizi yaptık, otelleri, fiyatlarını hep Senem organize ettiğinden, ben fazla mı ödedik, eksik mi ödedik, tam mı ödedik bilemiyorum, adam ne dediyse onu verdik. Meğersem, 10 euro indirimi, bizim oda için yani zaten ucuz olan otel için yapmışlar. Şimdilik durumun bizde farkında değiliz. Senemlerle buluşuyoruz. Adam Senemlerden 50 euro istemiş,  Senem indirim yaptırdığından emin, adama durumu anlatmaya çalışıyor. İngilizcesi gayet iyi olmasına rağmen, konuşmayı pek sevmeyen Senem, resmen ingilizce şakıyor, Senem’i hiç böyle duymamıştım J Ne Selçuktan, ne Leventten ne de benden hiç ses çıkmıyor. Adama mailleşmeleri göstermek için, telefonunun internetini açıyor, birkaç günlük maillerinin hepsini yüklüyor , kimbilir kaç kb lik internet kullandı J

             “Zeynep, neden hiçbirşey demedin!!”

Şimdi bunları yazarken gülüyorum, çünkü çok komikti, zaten artık Senem de kendine gülüyor, ah Senem 10 euro için gerilmeye değer miydi J

 
Neyse, birazda odamızdan ve binamızdan bahsedeyim. Bizim kaldığımız bina, bir otel binası değil, yani tüm odaları otel odası değil. Binadaki birkaç daire, bizim Balkan Inn e ait. Binamız resimden de görüldüğü üzere, eski püskü, altında bir kumarhane, dışardan gayet eski, bakımsız, çirkin ve hatta güvensiz gözüküyor. İçersi belki güzeldir, temizdir diye  düşünerek bir umutla içeri giriyorumki, içerde bizi bir köpek ve pek nahoş bir koku karşılıyor böggh. Dairemiz, binanın bu pisliğine ve eskiliğine rağmen, umduğumdan temiz. Fakat ben bu oteli hiç ama hiç sevmedim. Akşam da tedirgin olmaktan bir rahat uyku uyuyamadım.

 

Otelimizin girişi ve köpeği



Otelimizin dıştan görünüşü

Belgrad, eski, bakımsız, çirkin, bu tatil boyunca en zevk almadığım şehir. Akşam güzel yemek bile yiyemedik. Ilk olarak Dva Jelena diye bir restaurant gittik, bol bol yer olmasına rağmen, bize alt katta, dipte bir masa verdiler. Beğenmedik, sonra üst katta bir yer gösterdiler, çalışanların tutumunu beğenmedik ve çıktık. Yine o civarlarda başka bir restauranta gittik. Off tatilden 8 ay sonra bu yazıyı yazarsan Zeynep, yerin adını falan unutursun tabi L Yazının ilk bölümünü 2 ay sonra yaz, son kısmını 8 ay sonra yaz. Olmaz, böyle yazılmaz, sözde unutmamak için blog yazıyorsun, al işte, unuttun.

Mutsuz oldum, neyse, yerin adını hatırlamıyorum, ama orayı da beğenmedik, bulunduğumuz semt sanırım çok turistik, yediğimiz yemekte lezzet yok, buna rağmen fiyatlar abuk subuk. Sevmedim zaten ben bu şehri.

Bu şehirdeki tek zevk aldığım kısım, Nikola Tesla Müzesi ziyaretiydi. Kendisi zaten, koca koca gemileri yok edip sonra tekrar ortaya çıkartma efsanesiyle, ışınlanma olaylarıyla küçüklükten beri ilgimi çekerdi. Bir de Edison tarafından hakkı yenmiş garibimin, seviyorum ben onu, mistik, mağdur, çılgın insan. Müzeyi gezmenizi tavsiye ederim. Bu arada müzenin girişinde bir hatıra defteri var, Türklüğümüzü göstermemiz lazım.


Nikola Tesla Müzesi
 


Senem’in notu:         “Nikola Tesla Hırvat değil miydi?”
                                               Çare Sarıgül
              Nuri Alço

Ben de notun altına en sevgili Özal karikatürümü çizdim mi tamamdırr.

Novi Pazar, yani Yeni Pazara doğru yola çıkıyoruz. Kalacağımız otel Oxa Otel, geceliği 35 euro. Otelde bizi Pendikte uzun yıllar yaşamış, dolayısıyla Türkçe de konuşan Makedon bir amca karşılıyor. Amcanın Türkçe konuşması pek hoşumuza gitti. Oda anahtarlarımızla birlikte klimanın kumandası ve fön makinası da elimize tutuşturulduktan sonra odamıza yerleşiyoruz. Pek dinlenmeye vaktimiz yok, çünkü biraz sonra Levent’in burada yaşayan akrabaları bizi almaya gelecekler.


Levent’in teyzesinin kızları ve torunu Deniz, bizi almaya geliyorlar, ve teyzesinin evine gidiyoruz. Çok tatlı, çok samimi insanlar, çok içten birbirimize sarılıyoruz, herkesin gözleri gülüyor, fakat bir sorunumuz var, maalesef konuştuğumuz ortak bir dil yok. Biz boşnakça bilmiyoruz. Deniz biraz Almanca konuşuyor. Levent ve Selçuk lisede öğrendikleri almancayla anlaşmaya çalışıyorlar. Teyzeyle biz hiç konuşamıyoruz, onun yerine teyze ellerimi tutuyor, arada bir beni öpüyor. Gözlerimizle mimiklerimizle biz anlaşıyoruz problem yok. Tatlılar, çok lezzetli mantılar yiyoruz. Tabağım boşaldıkça dolduruyolar, boşalmadan ekleme yapıyorlar. Hayır demek ayıp, ye Zeynep ye.


Misafirliğimiz yaklaşık 2 saat sürüyor. Konuşamamıza rağmen, iletişimimizde hiçbir sıkıntı olmadan güzel bir 2 saat geçirip, otelimize dönüyoruz. Abuk subuk yerlerin onlarca fotoğrafını çekmemize rağmen, akrabalarla maalesef hiç fotoğrafımız yok L Kimsenin aklına gelmedi.


 
Kuru Et

 
Bu arada, teyzenin beni bol bol öptüğünü yazınca aklıma geldi, teyzeler amcalar beni pek severler. Bir molamız esnasında, kahvelerimizi getiren büyük teyze, bana tatlı tatlı bir bakış attıktan sonra, yanaklarımdan sulu sulu öptü beni. Ne olduğunu anlayamadık, sonrada tatlı tatlı uzaklaştı teyze. Amcalarla da hikayelerim var, yeri geldiğinde anlatırım J


Novi Pazardan son durağımız olan Tiran’a doğru yola çıkıyoruz. Priştina’da mola verip, Center isimli bir cafede, pizza ve müthiş lezzetli, fırında kremalı biber yiyoruz. Krema da herşeye mi yakışır off.



 



Son kalacağımız otel, Star Otel, geceliği 28 euro. Tamam tatilimizde konaklamayı gayet ucuza hallettik, ama bu otelimiz de çok kotü, eski ve pis. Tiran’da son akşam yemeğimizi de yedikten sonra, ertesi gün İstanbul’a uçuyoruz ve bu tatilimiz de burada bitiyorr.




Tatil Planımız
 

Yıllardır planladığımız tatili başarıyla tamamladık, iş arkadaşlığımızın yanısıra tatilde de gayet iyi anlaşıyormuşuz. E kocalarımız da anlaşıyor, daha nolsun. Sıradaki hedefimiz Thassos, bekle bizi Thassos :)
 


1 yorum:

  1. Keyifle geçirdiğimiz 1 hafta ancak bu kadar gerçekçi ve keyifli anlatılabilirdi, klavyene sağlık :) Unutmaya başladığım bir sürü detaya kahkahalarla güldüm okurken, canım sıkıldıkça açıp açıp okurum artık :)
    Thassos'un bundan da eğlenceli ve daha az stresli geçeceğine inanıyorum.. Söz, beğendiğimiz yerlerde daha uzun süre kalıp daha keyfini çıkara çıkara zaman geçireceğiz bu kez :)

    YanıtlaSil