4 Nis 2013

Buona sera Milano


 
15-17 Mart 2013
 

Milano biletlerimizi, geçen sene bu zamanlar, Pegasus sağolsun, güzel bir fiyata almıştık. Hem de, daha akşama ne  program yapacağından emin olamayan bizler, tam 6 kişi, biletlerimizi hemencecik alıverdik. Rahatladık, seneye Martta Milanoda’yız.

Sanırım çok fazla rahatlamışız, gitmemize bir ay kaldı, bizde ne bir araştırma, ne bir vize başvurusu. Levent’in vizesi var, nasıl olduğunu tam anlayamadığımız bir şekilde tam 3 yıllık Schengen vizesi var. Neyse, Levent haklı olarak hepimize vize başvurusu için baskı yapıyor, biz de yapımız gereği ağırdan alıyoruz. Gitmemize 10 gün kaldı, vizeye başvurduk. Ethemle Elvan gelemiyorlar, 1 yıl öncesinde yapılan planda böyle fireler olabilir, bir dahaki sefere inşallah.



VIP başvuru yapan İbo’nun vizesi, ilk geldi, ama ne geldi. İbo’nun pasaportuna, Mustafa diye birinin vizesini basmışlar. Şimdi İbo ne yapacak? Aynı pasaportta iki farklı kişi, İbo pasaportunu mu değiştirse? Yeni vize mi alsa? Sayfayı mı koparsa?
İbo heyecanlı, ertesi gün düşüyor konsolosluk yollarına. Mustafa’nın vizesine kırmızı bir çizik atıyorlar, İbo’ya da yeni bir vize veriyorlar. Ama İtalya’ya giriş konusunda İbo hala tereddütlü.
Bergamo Havaalanına iniyoruz, küçük bir havaalanı. Pasaport kontrolümüz sorunsuz geçiyor, ve artık resmi olarak İtalya’dayız.
Havaalanından şehre giden otobüsler var, yaklaşık bir saat sürüyor, ve kişi başı 5 Euro. Daha sonrasında da metroyla otelimize, Otel Zambala, gidiyoruz.
http://zambala.it/
Otel temiz, güzel, fakat konumu merkeze biraz uzak. Odaların içinde mutfak, ve tüm mutfak malzemeleri mevcut.
Otele eşyalarımızı bırakıp, hemen Duomo meydanına gidiyoruz, karnımız çok aç, haydi güzel bir yer bulalım. İlk defa geliyoruz, dolayısıyla en turistik yeri bulup oturuyoruz, yemekler eh fena değil.




Az sonra yanımıza, Milano’da iki sene okumuş, hala da bağlarını koparamamış olan arkadaşımız Gülşah geliyor. İyiki de geliyor, akşam için bize güzel bir yerde yer ayırtıyor.

Duomo meydanında geziyoruz geziyoruz ve geziyoruz, zaten gezecek başka bir yer de yok. Galleria Vittorio Emanuele de geziniyoruz, burada ucuz olduğunu düşünüp, Victorinox çakı alıyoruz, sonradan sahibinden.com da daha ucuza bulup, biraz üzülüyoruz, tatile geldik amann, düşünmeyelim.



Akşam, Gülşah’ın restoranda buluşuyoruz. Osteria del Corso, küçük sevimli bir yer, hiç turist yok. Gülşah geldiğinde, herkesle selamlaşıyor, Gülşah’ın telefondan bir mesajla nasıl yer ayırttığını anlıyoruz, bu sempatik restoranın sahibi bir arkadaşının babasıymış. Gülşah diyor, bana bırakın, geliyor yemekler, yumurta yumurta mozerellalar, soslu köfteler, patlıcanlar, pastırmalar ve kaç tane yediğimi bilmediğim bol yağlı, çıtır çıtır galeteler… hepsi de birbirinden lezzetli.





Zeynep, artık yeme, yoksa ana yemeğini yiyemeyeceksin. Bu saydıklarım başlangıç, sanırım daha fazla yiyemeyeceğim, ve işte geliyor ana yemekler. Biberli bonfileyle, çok güzel bir seçim yapmışım, bayıldım bayıldımm. Herkes yemeğinden memnun.
Yemekler bitiyor, limoncellolar içiliyor. Gülşahla, Paris aklımıza geliyor, Pantolon bar da ne eğlenmiştik ah ah.




Yemeğimizin sonunda da, kocaman cam kavanozlarda muzlu ve çilekli şekerlemeler geliyor, ilk teker teker yerken, sonra hızlanıyorum, kocaman bir kalıp çikolata gelince de şekerlemelere ara veriyorum. Gülşah’a teşekkürler, yarın akşam için de aynı performansı bekliyoruz :)



Evet Levent’in telefonu kayıp. Nerede? Dün yemek yediğimiz yerde. Sağolsunlar, Gülşah’ı aramışlar. Sabah düşüyoruz yollara, ilk Levent’in telefonunu alıyoruz, sonra da Princi de değişik bir kahvaltı yapıyoruz. Princi, bir pastane, kahvenin yanına verdikleri küçük tatlı çook güzel, yoğun bir brownie, yada soğuk bir suffle, canım çekti şimdi.





Sonrasında yine Duomo meydanı, geziyoruz, dükkanlara bakıyoruz. Ve işte Abercrombie, Ayşegül ve İbo alışveriş yaparken, biz de dışarda bekliyoruz, bekle bekle nereye kadar, bari Abercrombie mankenleriyle resim çektirelim :) Manken demişken, buradaki erkekler ne kadar yakışıklıysa, kızlar da bir o kadar çirkin, walla kıskançlığımdan değil, Levent bile aynı şekilde düşünüyorsa, bu tezim doğrudur :)



Gezdik, yorulduk, acıktık. Gülşah bizi bu sefer Paper Moon diye bir restorana götürüyor. Yine güzel bir yer, bu turistik meydanda, turistin olmadığı bir restoran. Güzel, güzel, herşeyi beğendik.



Hava buz gibi, güneş var, ama maalesef pek ısıtmıyor. Soğuk moğuk aldırmıyoruz, meşhur dondurmasında da yemessek olmaz. Ayşegül ve İbo alışverişe devam ederken, biz gidiyoruz meşhur Grom’a, il gelato come una volta. Bu havada, dondurmacı da uzuun bir kuyruk, bu insanlar deli mi ne. Elimde eldiven, ben de dondurma yiyorum, evet sonradan bana da saçma geldi. Dondurma da öyle aman aman güzel de değil, İzmir Bravo da yediğim dondurmayı hiçbir yerde yemedim.



Gülşah yine bize akşam için yer ayırtıyor, bu sefer Trattoria Toscana’ya gideceğiz. Akşam yemekte görüşmek üzere ayrılıyoruz. Otele giderken, Türkiye’ye götürmek için birşeyler alalım, son günümüz, haydi bir market bulalım diyoruz, fakat market falan yok, uzun arayışlar sonucu, çok çirkin bir market buluyoruz, adını da unuttum, oradan alışverişimizi yapıp otelimize dönüyoruz.
Trattoria Toscana’nın kapısına geliyoruz, ben buranın önünden 100 kez geçsem, içeride bir restoran olduğunu anlamam. İçeri giriyoruz, hala acaba yanlış mı geldik diye düşünüyorum. Biz böyle boş boş bakarken, alt katın farkına varıyoruz, ve ilk izlenimiyle alakası olmayan bir yerle karşılaşıyoruz. Mekan tıklım tıkış, karanlık, fakat renkli renkli ışıklar var, bu ışıklar ortama bir sıcaklık veriyor.





Masamıza oturuyoruz, iyiki de yer ayırtmışız, yoksa yer bulmak imkansız, ve işte Gülşah da geldi, siparişlerimizi veriyoruz. İbo, başlangıç olarak domates soslu spagetti söylüyor. Hepimiz birer çatal alınca, ona pek bir şey kalmıyor, İbo ses çıkarmıyor, ama yediği spagettiyi döndükten sonra bile anlatıyor. Ben tercihim yine biberli et olurken, Ayşegül gnocchi, diğerleri de paylaşmak üzere, 1.5 kilo, Fiorentina tercih ediyorlar. Hepsi çok lezzetli. Tatlı olarak, tiramisu yemek istiyorum, fakat şansım yok, tiramisu kalmamış :(
Sohbet güzel, yemek güzel, ortam güzel derken, mekandan çıkıyoruz ve sıkıntılı zamanlar başlıyor. Son metrouyu kaçırıyoruz, bu arada saat daha yarım, taksilerin hepsi dolu… başlıyoruz yürümeye… sonunda bir gece otobüsü buluyoruz, otele en yakın yerde iniyoruz, ve yine yürüyüş.. evet sanırım yediklerimi yaktım. Otele geldik, şimdi valiz yapma vakti :(

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder