(Otelimizden manzara)
Bayramda Midilli - 18-21.08.2012
Bayrama iki gun kalmis, bizim hala bir tatil planimiz yok! Ayvalik a Buminler'in meshur yazligina gidecektik, arkadasimiz izin alamadi. Bu planin yatmasiyla birlikte, is arkadasim Senem in programina dahil olup, Seferihisara gidecektik, 2 gecelik otel bulup, 2 gece acikta kalinca da, tatilin bir kismini Seferihisar da bir kismini da Midilli de gecirelim dedik. Levent dusundu tasindi, cok yorucu olur dedi, sadece Midilli de karar kildik.
Tatile arkadaslarimizla gitsek ne guzel olurdu. Ama belki de zaten arkadaslarimiz normal insanlar gibi planlarini daha onceden yapmis ve Midilli'ye gidiyordu. Facebook sagolsun, Ayvalik a gitme palanlari olan Can ve Merve yi de kandirdik, hep birlikte bayramin ilk gunu yola ciktik. Aman Allah im bu ne trafik, sanirim İstanbul da araba kalmadi, heryer 34 plaka dolu. Gelibolu dan karsiya gececegiz, imkansiz, kilometrelerce kuyruk, haydi o zaman sansimizi Ecenabatta deneyelim. Sanirim herkes bizim gibi dusunmus, 10 km kuyruk olmus, yerel halk da perisan olmus. İphone dan bakiyoruz, iste bulduk, kuyrukta on siralarda yeralmamizi saglayacak, arkadan dolasan bir yol. Tasli tasli yollardan, 10 dk sonra geliyoruz kuyrugun onlerine. Sikinti burda basliyor, ilk olarak on arabadaki teyze basliyor bize el sallamaya. " 3 saattir bekliyoruz, buraya gecemezsiniz" Sonra yanindaki amca cikiyor arabadan, Levent sinirleniyor, basliyor bir tartisma, arabalar birikiyor arkamizda. En onde biz, arkamizda bizim gibi haritaya bakip gelmis arabalar, ve karsimizda uzuun sinirli bir kuyruk. 2 grup arasindaki tartisma buyuyor, derken polisler ve alkis seven komiserimiz geliyor, tartisma daha da alevleniyor. Alkis komiser bizim siranin en arkasina gitmemizi istiyor, halkla roportaj yapiyor, sonucta gitmemize karar veriyor. Biz haritaya baktik geldik, kuyrugun on taraflarina ciktik, bizim sucumuz ne, madem burdan gelmek yasak o zaman yolu kapasalardi, devletin yolunu kullandik diye olay yapmasalardi. Sinirlenmeye degil, tatile geldik, pes ediyoruz, acin yolu diyoruz, biz gidiyoruz, iyiki de gidiyoruz, 45 dk sonra Kilitbahir den feribota biniyoruz. Ecnebat-Canakkale feribotla 45 dk, feribot saat basi. kilitbahir-Canakkale 10 dk, feribot 20dk da bir. Bilmeden bize iyilik yapiyorlar, onlar sirada beklerken biz yola devam ediyoruz, bir sonraki sefere kullanmak uzere, Kilitbahir i akilda tutuyoruz.
Ayvalik-Midilli feribot biletimizi aldim, otel rezervasyonunu yaptim, arabamızı kiraladım. Saat 06:30 da İstanbul dan yola ciktik, 15:00 oldu Canakkale'ye anca geldik. Feribota yetisebilecek miyiz? Ayvalik ta nerde kalacagiz? Otele ve arabaya bosuna para verecegizz, bas gaza Levent bas gaza. Bir stres, saat 17:15 Ayvalik a variyoruz. Oh rahatladik, yakaladik derken, ogreniyoruz ki Can in vizesinin tarihi ileri bir tarih, aksama belki yetisebilecek olan Merve nin vizesi de yetismemis. Yapacak birsey yok, yarin gorusmek uzere.
Ayvalık - Midilli feribot, 1 saat sürüyor. Ohh ne güzel akşam da güzel güzel gezecek vaktimiz var derken, pasaport kontrolune gidiyoruz. Benim kontrol 5 dk sürüyor. Fakat Levent'inki 1 saat!
Levent'in fotoğrafını beğenmemiş olacaklar, ellerinde büyüteç ayrı ayrı fotoğrafı inceliyorlar. Sorun ne diye sorduğumuzda ise, aldığımız cevap sadece, "WAIT". Bizi ayrı bir odaya alıyorlar, bekliyoruz ve bekliyoruz. En sonunda da, tamam gidebilirsiniz diyorlar. Bu işten bir şey anlamadık.
Rentalcars.com dan kiraladığımız, Chevrolet Splash imizi alıyoruz, ve haritada çok yakın gözüken Plomari'nin, Lesvos'a bir saat mesafede olduğunu öğreniyoruz. (Bu arada arabamızın günlük kirası, 40 Euro) Yorgunuz, karnımız çok aç, otele gitmeden önce yemek yiyelim. Limana yakın bir sürü cafeler restaurant lar var, hepsinin önünden şöyle bir yürüyüp, bir tanesini seçiyoruz. Menu Yunanca, İngilizce versiyonu maalesef yok. Ön masamızda, 2 küçük çocuk, güzel bir sandviç yiyorlar. Parmakla gösteriyoruz, club sandviçlerimizi afiyetle yiyoruz.
Otelimiz, Pebble Beach Otel. Bizi kocaman bir köpek ve sonradan, otel sahibinin kızı olduğunu öğrendiğimiz, değişik bir bayan karşılıyor. Otelimiz eski, ama temiz. Odamız, deniz manzaralı. Bence ödediğimiz ücrete göre herşey gayet güzel. (Otelimizin günlük, iki kişilik oda fiyatı da 50 euro) Tek sorunumuz, internet bağlantısı. İnternette ve otel sahibin söylediğine göre, wifi var, ama maalesef bağlanılamıyor.
Otel Sahibi: Jimmy galiba internet ismini değiştirdi, Jimmy's Bar..
Biz: Jimmy's Bar gözükmüyor, Pebble Beach gözüküyor, ama bağlanamıyoruz.
Otel Sahibi: Çok rüzgar vardı, bağlantı gitmiş olmalı...
Yani sonuç olarak bağlanamıyoruz, ama sorun da etmiyoruz.
Büyük bir hevesle kahvaltıya iniyoruz, ama benim için hayal kırıklığı. Otelde kahvaltı deyince, benim aklıma çeşit çeşit kahvaltılıklar, omletler, sucuklar, poğaçalar.. geliyor, burda maalesef onları bulamıyorum. Gayet sağlıklı, günlük bir ev kahvaltısı yapıyoruz; ekmek, peynir, zeytin, domates ve yumurta. Bu arada zeytine bayıldım, minik minik, siyah zeytinin rengi tam koyulaşmamış, belliki katkı maddesi yok, buruşuk değil, doğal doğal, çok güzel hmm.
Can ve Merve bugün geliyorlar, onları almak için limana doğru yola çıkıyoruz (1 saat). Vapuru beklerken, azıcık dolanıyoruz, fakat Pazar olduğundan bütün dükkanlar kapalı. Limanın oradaki güzel bir cafe de oturuyoruz, ve Frappelerimizi yudumluyoruz. Hazır konusu açılmış, Frappe den bahsedeyim, Frappe buraya özgü bir içecekmiş, kendisi aynı zamanda menüdeki en ucuz içecek. Yaşlı yaşlı amcaları, köy kahvesinde oturup Frappe içerken görmek de hoşuma gitti, gülümsetti. Çok havalı değil mi? :)
İşte vapur yanaştı, hatta vapur boşaldı, fakat bizim arkadaşlarımız yoook. Telefonlarına ulaşılamıyor, merak ediyoruz, parmaklıkların ardından onları bulmaya çalışıyoruz. İşte Can'ı gördük. Merve, içeride vizesini alıyor, daha Can'a sıra gelmemiş. Tamam diyoruz, biz buralardayız, işiniz bitince arayın. Yarım saat sonra tekrar bakıyoruz, Can maalesef hala bekliyor. Caaan diye seslendiğimizde ilk onu vize için çağırıyorlar zannedip seviniyor, sonra bizi görünce yüzü düşüyor :)
Vapurun yanaşmasından tam 2 buçuk saat sonra, sonunda birbirimize kavuşuyoruz. Yunanlıların da acaba Türkiye'ye girişleri bu kadar zor oluyor mu, dönüşte göreceğiz. (En sonda yazmayı unuturum, hayır Yunanlıların Türkiye'ye girişi hiç zor olmuyor, pasaportlarını bırakıp, Türklerden önce Türkiye'ye giriyorlar.)
Arabamıza atlıyoruz, havaalanına doğru giderken solumuzda kalan beach lere baka baka ilerliyoruz, sonunda bir tanesini gözümüze kestirdik. Şezlonglar, şemsiyeler.. için bir ücret ödemiyoruz. Küçük bir cafe var, tabiki frappe ve diğer soğuk içecekler, sandviçler..
Hava sanki biraz soğumaya, esmeye başladı. Buraya gelmeden, bir blog da okuduğum, otele giderken yolumuzun üstünde olan, kaplıcalara (Gera - therma hot springs) gitmeyi teklif ediyorum. Teklifim kabul edildi. Fakat beni dinlemeyen ve kendinden çok emin olan Levent sapağı kaçırdı, kendimizi otelde buluverdik. Neyse bu burda kalmaz, yarın gideriz biz de.
Haritaya bakmaya devam ediyorum, madem testi işaretini kaçırdık, o zaman yakındaki şemsiyelere bakalım. Bulunduğumuz yere yakın, Melinda Beach dikkatimizi çekiyor. Tamam karar verildi, haydi şansımızı burda deneyelim.
Daracık daracık toprak yollardan gidiyoruz, umarım sonunda güzel bir yere varırız diye içimden dua ediyorum, yoksa bu kadar yolun sonunda beni mahvedecekler. Ama ama ama biz nasıl bir yere geldik böyle? Kumsala doğru inerken, sağımızda çok şirin, renkli renkli lambaları olan, çatısı hasırdan, tenteleri maviden çok güzel bir taverna var. Ama daha erken, haydi ilk denize girelim. Saat belki geç oldu ondan, yada burası çok bilinen bir yer değil, bilemiyorum, bizim dışımızda sadece 2-3 kişi var. Derme çatma olan iskeleden denize giriyoruz. Su o kadar güzel ki, pırıl pırıl, dalga yok, ses yok, huzurlu mu huzurlu. Aa uzakta da bir mağara var, oraya yüzmeliyiz. Yüzüyoruz yüzüyoruz, mağara zannettiğimiz karaltının, taşın gölgesi olduğunu görüyoruz. Olsun spor oldu, haydi şimdi geri. Biz burayı çok sevdik, buraya kesinlikle tekrar gelmeliyiz.

Yüzdük yüzdük, yorulduk, çok da acıktık. O zaman, daha ilk baştan gözümüze kestirdiğimiz tavernaya gidelim. Oo ne güzel, kalabalık bir grup da var, uzolar içiliyor, şarkılar söyleniyor, danslar ediliyor. Evet, sanırım bu sefer cidden Midilli'deyiz. Ada, Türk dolu olmasına ragmen, buradaki tek Türk biziz.

Uzolarımızı, biralarımızı yudumlarken, üzerinde kocaman bir kalıp beyaz peynir olan, Yunan salatamızı, alışık olmadığımız şekilde pişirilmiş kalamarımızı, balıklarımızı yiyoruz. İyiki de arkadaşlarımızla gelmişiz, sohbet güzel, ortam güzel, daha ne isteriz. Üstüne bir de güzel hesap isteriz, 4 kişi toplam 30 euro veriyoruz, ve bu güzel mekandan ayrılıyoruz. Tekrar gelmeyi çok istiyoruz.
Uzun bir günün sonunda, otele uğrayıp, 1 saat sonra tekrar buluşmak üzere ayrılıyoruz. Dışarda Can ve Merve yi beklerken, bir an Levent'i yalnız bırakıyorum, ve tuh, başına gelen komik durumu kaçırıyorum; Levent, otelin önünde dururken, bir amca Levent'e adres sorar, aralarındaki sohbet başlar.
Amca - Nerelisin?
Levent - Italya. (Daha bugün, burada Türkleri sevmiyorlar diye konuşmuştuk, nedense o yüzden Levent İtalya deyivermiş.) Amca - sdfkjcovkeokeron ( Amca nın ne dediğini anlayamıyoruz, çünkü amca İtalyanca konuşuyor!!
Levent - İtalyanım, ama italyanca bilmiyorum, Makedonya'da yaşıyorum. ( Ah Levent ah, Makedonya ne alaka??) Amca - Ve evet, tahmin ettiğiniz üzere, amca Boşnakça konuşmaya başlıyor.
Levent - Evet, Levent şokta, bildiği birkaç kelime Boşnakça kelimeyi söyleyiveriyor. Ben sadece İngilizce biliyorum diyor. Amca da artık neler diyor bilemiyoruz, ellerini kollarını kaldırarak, söylenerek uzaklaşıyor :)
İtalya'da doğmuş, Makedonya'da yaşayan, Midilli'ye tatile gelen ve sadece İngilizce bilen talihsiz Levent :)
Arkadaşlar geldi, haydi birazcık da Plomari'yi gezelim. Her yer cıvıl cıvıl, sanki yarın Pazartesi değil, iş yok, herkes dışarıda. Herzamanki gibi Frappacinolarımızı içiyoruz, ve artık uyumak üzere otelimize dönüyoruz. Yarın çok işimiz var.
Evet zor bir soru, bugun nerelere gideceğiz? Ben kaplıcalara gitmek istiyorum, Zeus'un tapınağına gitmek istiyorum. Bugün de kaplıcalara gidemezsek deliririm. Tamam, Zeus tapınağının yolları zor, ona tamam, ama kaplıcaya gitmek zorundayızzz!!!
Çocuklardan ses yok, Merve'yle otel sahibinin fikrini soruyoruz. Kendisi bize güzel bir plan yapıyor. İlk olarak Gera'daki kaplıcalar, sonrasında Agiassos'da gezinti, ve son olarak da, deniz.
Sonunda kaplıcalara vardık, heyecanlıyım. 2 tane küçücük kulube gibi yer var. Birinin içinden bir adam çıkıp bizi karşılıyor. Bayanlar buraya, erkekler buraya diyor. Bu ayrım neden anlamıyoruz. Sonra devam ediyor, üzerinizdeki herşeyi çıkaracaksınız, ayrımın sebebini anlıyoruz. Merve'yle merak ediyoruz, içeri şöyle bir bakıyoruz. Tombik tombik bayanlar, çıplak çıplak yüzüyorlar. Ama blogda burayı çok methetmişlerdi, çıplaklık kısmından da hiç bahsetmemişlerdi!!! :(
Hayal kırıklığımızla beraber, Agaissos'a doğru yola çıkıyoruz. Agaissos, yolları taş döşeli, sağlı sollu küçük hediyelik dükkanları olan, küçük, sevimli, ve çok turistik bir yer. Agaissos turumuz, 40 dk sürüyor. Sonra, köy kahvesi kıvamında, yine güzel ve şirin bir cafeye oturuyoruz. Amcalarla karşılıklı Frappe lerimizi yudumluyoruz. Yan masalarda kırmızı bir içecek görüyoruz, onu da merak ediyoruz, sıcak, tarçınlı, kırmızı bir içecek, onu da afiyetle içiyoruz. Türk kahvesinin yanında, fıstık reçeli getiriyorlar, küçük bir kaşıkla, bir yudum kahve biraz fıstık reçeli, kahvenin acısı gidiyor. Ama biz fıstık reçelli kahveden içemiyoruz, çünkü onu en sonda farkettik, tuh.
Şimdi sıra denizde. Tavsiye üzerine, Tarti plajına gidiyoruz. Plaja giriş herzamanki gibi ücretsiz, şezlonglar şemsiyeler, arkamızda yine güzel bir taverna. Denizden çıkıyoruz, tavernaya gidiyoruz. Sanırım, adı kabak çiçeği dolmasıydı, çok beğendim. Yine 4 kişi 30 euro civarı bir hesap ödüyoruz, kumsala geri dönüyoruz. Güneşin altında, soğuk soğuk meyveler iyi gider diyoruz, birer karpuz ve incir tabağı alıyoruz, toplam 2 euro! Bu arada incirler minik minik, kabugunu bile soymadan hopp afiyet olsun.

Buradaki son akşam yemeğimizi de, Plomari de yapıyoruz. Seçimimizden pek memnun kalmadık. Sonrasında da, baklava tarzı bilumum Yunan tatlısından deneyip, otelin yolunu tutuyoruz. Yarın sabah 6 da yola çıkacağız :(
Dönüşümüz, gidişimizden daha rahat, ama trafiği, feribot kuyruklarını uzun uzun anlatmak istemiyorum, ben dönüşleri sevmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder