25-27 Mart 2012 Kapadokya
Kayseri Havaalanına indik. Uçakta yemek vermediler, çok açız. Saat daha çok erken, açık bir yer bulamıyoruz, o yüzden mecburen otelde kahvaltı ediyoruz, oysaki aklımızda güzzeeelll bir köy kahvaltısı yapmak vardı. Otelimiz, Turban Otel, kahvaltısı pek hoş değil. Otel de eh, ama yeri güzel, merkeze yürüyerek 20dk.
Üstümüzü başımızı değiştirip, gidiyoruz Mustafapaşa’ ya, orienteering alanına. Ben zannediyorum 50-100 sporcu yarışacak. Ne 100ü, 1000 küsur sporcu var, yerlisi yabancısı. Herkes giymiş taytları, yapıştırmış numaraları, koşuşturup duruyorlar. Meğersem ne popüler bir spormuş. Ben bu sporu ilk defa, buraya gelmemize de vesile olan Cem den duymuştum. Madem orienteering hakkında pek bir fikrin yok, ne işin var yarışmada diyecek olursanız, e Kapadokya’ya da daha önce hiç gitmemiştim. O yüzden 2 taşla bir kuş oldu, hem orienteering öğrendik, hem de Kapadokya’yı görmüş olduk.
Benim yarış saatim, 11:37:30. Evet, bence de garip bir saat. Ama o kadar kalabalık ki, her çıkışta 4 sporcu çıkıyor, yani dakikada 8 sporcu. Çıkışların sabah 9 dan, 15-16 ya kadar sürdüğünü düşünürsek, kalabalığı siz hesaplayın.
İlk orienteeringim, heyecanlıyım, ve evet saat 11:37:30, haritamı aldım, müthiş çıkışımı yaptım. Bir haritama baktım, bir de benden hızla uzaklaşan arkadaşlara, çevremdeki peri bacalarına. Ah Cem keşke bana öğretseydin harita okumayı. Yaşa ve seviyeye göre farklı gruplar, her grubun da farklı haritası, yani bulması gereken farklı hedefleri var. Kimsenin peşine takılamıyorum, haritadan bir şey anlamıyorum, kaybolmaktan korkuyorum, bu durumda benden 15 dk sonra çıkış yapacak Levent’i bekliyorum. Herkes yanımdan koşarak geçiyor, ben bu sırada haritayı anlamaya çalışıyormuş gibi yapıyorum. Sonunda Levent geldi, elinde farklı bir harita. Benim haritayı eleyip, başlıyoruz beraber Levent in hedeflerini aramaya. Evet benim yarışım bitti bu durumda, Levent e bol şans.
Levent’in yön duygusu süper, nereye gitsek, bir kez haritaya bakar, yolları bulur, metro haritalarını ezberler, benimle bu konuda hep dalga geçer. O yüzden bu yarışta ona güveniyorum. Ama maalesef bu yarışta güvenimi boşa çıkardı. “Arkadaş, 17 numarayı gördünüz mü? Şuradaki 21 numara mı?....” diye sora sora hedeflerimizi bulduk, ama sadece 3 te birini. Bu arada da yorulduk, yarıştan çıktık, Mustafapaşa’nın güzel, şirin bir kahvesine oturduk, kahvelerimizi yudumlayarak arkadaşlarımızı bekledik.
Ceyda’ya ve Cem’e tebrikler. İkisi de bütün hedefleri bulmuş, Ceyda biraz yavaş kalmış, Cem haritaya girememiş. Ama yarışı başarıyla tamamlamışlar.
Herkesin yarışı bittiğine göre, şimdi yemek vakti. Testi kebabı ve mantı yenilmesi gerekiyor. Bildiğimiz bir yer değil, o yüzden gözümüze hoş gelen bir yere giriveriyoruz. Talihli mekan, Ürgüp Ottoman Restaurant. Testi kebabı, mantı, pide... menü zengin. Fakat nedense cesaret edemiyorum, testi kebabını daha özel bir yerde yemek istiyorum, o yüzden tercihim pastırmalı pide, ne de olsa pastırması da meşhur değil mi? Yemekler güzel, ama off kesinlikle yenilmeli değil.
Yarışın ikinci günü, yarışmıyoruz, geziyoruz. İlk olarak, hedefimiz Derinkuyu Yeraltı Müzesi. Müzenin girişi gayet ferah, yavaş yavaş başlıyoruz aşağılara inmeye. İnsanlar yerin altını kazmışlar, küçük küçük odacıklar, mutfaklar, havalandırma delikleri, hayvanları için yerler… Kısacası küçük şehirler yapmışlar ve savaş zamanında buralarda yaşamışlar. İlk odalarda sorun yok, tamam tavanlar basık ama odalar geniş, insanın ruhu daralmaya başlıyor ama dayanılabilir. Sonraki odalar, koridorlar fena. Çıkmak istiyorum, fakat imkansız, arkadan insanlar geliyor. Mecburen giriyoruz dar bir koridora. Hızlı hızlı ilerleyip bir an önce kurtulsak şu koridordan neyse, ama önümüzde Japon bir grup, cırcır konuşmaktan, boş duvarları incelemekten ilerleyemiyorlar. Ay yazarken fena oldum. Neyse en sonunda atıyoruz kendimizi dışarı, oh. Bir daha da gitmem. Bu korku filminin üzerine, güzel bir Kayseri mantısını hak ettik.
Bugünün yarışı da bitti, diğer arkadaşlar da bize katıldı. Bu sefer istikamet, Açık Hava Müzesi. Oh, adı bile bir ferah. Yine taşların içine oyulmuş küçük odalar, kiliseler var. Fakat bu sefer bir sorun yok. Hava güzel, müze daha güzel, geniş bir alan, taşlara giriyoruz, çıkıyoruz, bu sefer güzel vakit geçiriyoruz.
Bir gezi daha bitti, Kayseri ye doğru gidiyoruz. Uçakta yemek yok, öncesinde yemeli. Öğlen de mantı yemiştim, ama bu seferki daha güzel. Bu arada testi kebabını yiyemedim, artık bir dahaki sefere.
Yemeği yedik, İstanbul a götürülecek, kayseri mantımızı, pastırmamızı, sucuğumuzu, kabak çekirdeğimizi aldık, artık hazırız. Güle güle Kapadokya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder