03-07 Eylül 2015
Herkese Merhaba,
Maalesef yine bir tatil dönüşü yazımı yazamadım, ve yine
üzerinden 6 ay geçti. Geç olsun güç olmasın ama değil mi, haydi aklımızda kalan
keyifli anılarla yazımıza başlayalım.
İsrail tatilimizin kahramanları; Melis, Gizem, Ceren ve
bendeniz Zeynep. Hepimiz liseden arkadaşlarız, minik minik aralarda tartışırız,
tatil öncelerinde ise en çok tartışırız, ama birbirimizi çok severiz J Kapışıp kapışıp tatil planı yapmaya
devam ederiz J
3 Eylül 2015 sabahı Pegasus'la, Tel Avive uçuyoruz.
(gidiş-dönüş 100$) Otelimiz, daha doğrusu dairemiz, 173 Hayarkon Caddesinde
yeralan, TLV2GO dairelerinden biri. 2 yatak odalı, ferah, internetli, hemen önü
plaj, çok merkezi. 4 gecelik konaklama için, adam başı 160$ ödüyoruz. Sadece
geceleri ortaya çıkan arkadaşımız dışında, dairemizden gayet memnun kaldık. Bu
arkadaşla, ilk olarak Ceren karşılaştı, ilk başta ona inanmadık, fakat sonra
hepimizle teker teker tanıştı, adı Gregor Samsa’ydı. Abartmıyorum, kendisi
işaret parmağım kadardı. Sanki bizleri tanıyormuş gibi bizden hiç saklanmaya,
kaçmaya çalışmadı, kendi mekanında yalnız ve sakin takıldı.
Tel Aviv’e gelmeden, bol bol sahil fotoğraflarına bakmış,
sahiller müthiş oleyy çok güzel deniz tatili yapacağız diye sevinmiştik. Plaj
voleybolu oynayan yakışıklı İsrailli delikanlılar, minik bikinileriyle
güneşlenen birbirinden güzel kızlar, fonda süper renkleriyle çarşaf gibi bir
deniz. Nerdeee? Fotoğraflardaki manzara bu, gerçekte ise, dalgalı bulanık pis,
yürü yürü derinleşmeyen, yüzmeye izin vermeyen bir deniz, fotoğraflardakinden
eser olmayan olgun ve tombul insanlar, bahşiş bahşiş diye ortalarda dolanan
garsonlar, bir falafele 12$ verdiğimiz çok turistik fiyatlar… Ama denizden
çıkıp da otele yürürken arkaya baktığımızda cidden müthiş renkler ve süper bir
manzara. Bu arada internetten bahsetmezsem ayıp etmiş olurum. Denizin içinden bile
wifi çekiyor, şaka yapmıyorum.
12 Dolarlık falafelimiz |
Gerçekte Tel Aviv Sahilleri |
Eski bir tren garı olan, HaTachana’yı gezdik. Burada
güzel kafeler, butik dükkanlar ve minik sergiler var. Gezmek için 1-2 saat
yeterli. Cumartesi günleri meydanda, dans, müzik, akrobasi.. gösterileri
oluyormuş, fakat maalesef biz denk gelemedik. Tren garını gezdikten sonra, en
baştan beri gözümüze kestirdiğimiz, Vicky Cristina’da mola verdik. Vicky
Christina seçimimizden çok memnun kaldık. Gizem arkadaşımız bardak bardak çay
içerken, bizim tercihimiz bira, patatas bravas ve tapas oldu, pek de güzel
oldu.
Pazardan aldığımız taze hurmalar ve Bauhaus'tan aldığımız magnet ile çok hoş bir kombinasyon :) |
Carmel Pazar’ını gezdik. Sağlı sollu rengarenk tezgahlar,
çok kalabalık daracık sokaklar, baharatlar, meyveler, hemen oracıkta sıkılan
değişik meyve suları, el işleri, hediyelik eşyalar… Kendimizi sanki Mısır
Çarşı’sında geziyoruz gibi hissettik. Bu pazarda, hayatımda ilk defa, yukarıda
da fotoğrafını paylaştığım, dalında taze hurma gördüm. Tadı da pek lezzetliydi.
Üzerine de koca bir bardak mangolu passion fruitli bal gibi meyve suyunu içince
biraz rahatsız olduk. Ama bizde ziyan etmek yok, o bardak bitecek.
Tel Aviv’in en meşhur caddelerinden olan Dizengoff ve Rothschild caddelerinde bol bol dolandık. Güzel restoranlar, cafeler, dükkanlar.. Fakat İstanbul’dan gelen birisi için bence cazip pek de birşey yok. Fiyatlar çok pahalı. Yemek, içmek, alışveriş… herşey çok pahalı. Uçak ve konaklamayı çok uygun fiyata halledince, İsrail’de hayatın da ucuz olduğunu düşünmüştük, fakat yanılmışız. Vasat bir yerde, sıradan bir yemek için adam başı 50 TL yi (yaklaşık 20 USD diyelim) gözden çıkarmanız gerekiyor. Biraz daha şık bir yere gideyim, yanına da bir bira içeyim derseniz, bu fiyat oluyor size 100 – 150 TL.
Muz ile karnımızı doyururken |
Aşağıdaki siteden Tel Aviv tatilinizin kaça çıkacağını az çok hesaplayabilirsiniz. Evet yanlış görmediniz, bir Mc Donald’s menüsü 13 Dolar!!
Peki Tel Aviv’den hiç mi birşey almadınız derseniz, aldık
evet. Türkiye’ye kıyasla en ucuz olan şey, Hawaianas terlikler J Hawaianas terlikler 50 Şekel, bir
cin+tonik+su 70 Şekel JJJ
Hazır konumuz yeme, içme ve pahalılıktan açılmışken, cin
tonik hikayemizi anlatayım.
4 genç ve güzel bayanız dedik J,
geldiğimizden beri tavuk gibi her akşam en geç 11 de yatıyoruz, bu akşam bir
çılgınlık yapıp, sabahlara kadar eğlenelim dedik. Dedik, dedik, süslendik
püslendik, attık kendimizi sokaklara.
Gecelere akmadan önce, Tel Aviv’e gittiğinizde kesin burada
hamburger yemelisiniz diye tavsiye üzerine gittiğimiz, Moses’te
hamburgerlerimizi yedik. Hamburgerler fena değildi, ekmeği
lezzetliydi, ama köftesi benim pek hoşuma gitmedi. Bir daha Tel Aviv’e gelsem
Moses’e gider miyim? Yanımdakiler Moses Moses diye tutturmuyorlarsa gitmem.
Akşam yemeğimiz sonrası, yine aynı arkadaşın tavsiyesi olan,
Buxa diye bir gece klubune gittik. (Moses’e çok yakın) Adı üstünde gece klubu,
ama biz gittik saat 23:00. Mekan ve ortam çok güzele benziyor, fakat tahmin
edersiniz ki içerde insan yok. O zaman dedik bizim de burada işimiz yok, sonra
geliriz.
Sonrasında birkaç yere girdik çıktık, girdiğimiz bütün
mekanlarda yaş ortalaması 20, kendimizi biraz yaşlı hissettik, ve bu olgunluğumuzla
daha rahat edebileceğimiz, daha sakin, sokak üstü bir bara oturduk, gelen
geçene baktık, birer içki söyledik, bu şekilde eğlendik.
Birer içki söyledik derken, genelde bira içiyoruz. Ama Gizem
bizim gibi değil, o elit. Gizem her yerde cin tonik içer. Gizem kurallarından
taviz vermez :)
Neyse içkilerimizi içtik. Saat oldu artık gece yarısı, e
bizim uykumuz geldi, bizim gece çıkmamız bu kadar J Hesabı istedik. İçmişiz 3 kalem, hesapta var 5 kalem.
Nedendir diye bakarken, hemen çözüverdik. Cin tonik ve su, hepsi ayrı ayrı
fiyatlandırılmış, ve totalde 80 şekel etmiş, bu da yaklaşık 25 Dolar yapıyor, Gizem de pek mutlu oluyor.
Cin tonik hikayesi buydu, şimdi yazınca bana da çok saçma
geldi. Ama biz orda pek eğlendik bu durumla J
Tatilimizin 1 günlük Kudüs bölümü
Sabah 9 da Ben Gurion Havaalanından, Hertz den kiraladığımız
Nissan Micra'mızı alıyoruz ve Kudüs’e doğru yola çıkıyoruz. Havaalanından Kudüs
1 saat sürüyor. Ağlama Duvar’ında (Western Wall) dua ediyoruz. Sol tarafta
erkekler, sağ tarafta kadınlar dua ediyor. Fotoğraf çekmek yasak. Duvarın
yakınında yada uzağında fotoğraf çektiğinizi görürlerse hemen biri gelip
sizi uyarıyor. Uyaranlar, görevli değil yada görevli değilmiş gibi izlenim
yaratıyorlar bilemiyorum. En son bizi uyaran kadın, iki çocuğuyla dolaşan bir
kadındı. Çocuklar da mı çalışan acaba? J
Duvarın çatlaklarına minik kağıtlar sıkıştırmışlar. Biz de
minik birer kağıt bulup, tam üzerine dileklerimizi yazmaya başlıyoruz ki hemen
yine bir uyarı geliyor.
Müslüman Mahallesinde dolanıyoruz, falafel yiyoruz, anneme
baykuş biblo buluyorum. Buralarda pazarlık yapmak şart. Baykuşu, ilk verdikleri
fiyatın dörtte birine alıyorum.
Gizem ve Ceren, Church of the Holy Seplechure de kendilerinden geçerken |
Yahudi Mahallesinin karışık daracık sokaklarından
birinde dunyayigezsek.blogsot.com yazarları Koçak çiftiyle karşılaşıyorum J Planlı programlı buluşmaya çalışsak bu
kadar denk getiremezdik.
Ve sırada bizim için buranın son etabı olan Mescid-i Aqsa
var. Hepimiz tedarikliyiz. Yanımızda uzun kollu üstler, uzun etek/pantolon var.
Mescid-i Aqsa’ya girişte hemen bir görevli bizi durduruyor ve Mescid-I Aqsa’nın
kapalı olduğunu söylüyor. Sonra nereden geldiğimizi soruyor, Türkiye olduğunu
duyunca, “Galatasaray Galatasaray Cimbombom” diyerek sohbete başlıyor. Hangi
takımlısınız, Galatasaraylılar girebilir… gibi muhabbetler döndükten ve bizim
Müslüman olduğumuz anlaşıldıktan sonra Cami’ye girebileceğimizi söylüyor. O
sırada başka bir adam gelip kıyafetlerimizin uygun olmadığını söylüyor.
Kadınlara pantolon yasak, Melis’in uzun eteği sözde transparan, hırkanın kolu
yeteri kadar uzun değil… derken kendimizi girişin tam yanındaki dükkandan
kıyafet denerken buluyoruz. (Bu arada kıyafetlerimiz için uzun
pazarlıklar sonucu 30 şekel ödüyoruz.)
Kısa bir not, Cami’nin girişinde Kelime-i Şehadet
getirilmesini istendiğini, İslam’ın şartlarını saydırttıklarını.. duymuştuk.
Türkiye ve GS muhabbetinden sonra bizden giriş için bu tip bir kanıt
istemediler.
Ve evet artık hepimiz içeri girmeye hazırız. Süt kardeşleriz
biz J
Kılıklarımız çok hoşumuza gitti, bir sürü fotoğraf
çekiyoruz. Biraz saçımız açılsa, 5 yaşındaki çocuktan tutun da 70 yaşındaki
teyzeye kadar uyarı alıyoruz.
Camiye girişte minik bir testten geçtik, kılık kıyafet
kurallarına uyduk, içerde devamlı suretle olmak üzere kontrol altında tutulduk,
ve ardından Mescid-I Aqsa’dan çıkıp, Ölü Deniz’e, Dead Sea, doğru yola
koyulduk.
Plajlar, buradan arabayla 45 dk mesafede. Plaj için
öncesinde bir araştırma yapmamıştık, yolumuzun üzerindeki plajlara şöyle bir
baktıktan sonra tercihimiz Kalya Beach’in yanındaki plaj oluyor. (Plajımızın
adını unuttum L). Plajın girişi 85
şekel, fakat minik bir pazarlıkla, ve tabi öğleden sonra gelmiş olmamızın da
etkisiyle, 55 şekele anlaşıyoruz.
Dead Sea Uyarı Levhası |
Suya giriş, başlı başına bir macera. Biz Melis’le elele bata
çıka girdik suya. Bastığımız yer balçık gibi, bir adım attım, dizime kadar
battım, neyseki arkadaşım elimi tutuyordu da ufak sıyrıklarla kurtuldum J
Su o kadar tuzlu ki, sırt üstü uzandığınızda sanki tamamen
suyun üzerine çıkıyoruz. Diyorum ya, hissiyatı çok değişik, anlatamıyorum
J Sıcak, bulanık, yoğun, tuzlu bir
su. Cildimize bakım olsun amacıyla, çamuru her tarafımıza sürüyoruz, ve sudan
çıkıp yaklaşık 20 dk kendimizi kurumaya bırakıyoruz J Duş aldıktan sonra, cildimiz hafif yağlı gibi kalıyor,
şahtık şahbaz oluyoruz J
İyi ki de gelmişiz, keyifli vakit geçirdik. Fakat tüm gün
geçirilecek bir yer değil, yarım gün, hatta belki daha azı gayet yeterli.
Ölü Deniz/ Lut Gölü hakkında ufak bir bilgi: Lut Gölü, deniz
seviyesinden 420 metre aşağıda olup, yeryüzü’nün en alçak ve üçüncü en tuzlu
gölü. 34% lük tuz oranıyla, içinde hiçbir canlının yaşamasına da izin vermiyor. Ölü Deniz adı da bu özelliğinden geliyor.
Güzelliğimize güzellik katarken |
Dead Sea sonrası, evde dinlenmece, Florentin de gezinmece,
Chocolulu isimli bir yerde yemek ve ardından Casa Veranda da cin+tonik+su J
Ertesi gün, Gizem’le arabayı Hertz’e teslim etmeye
gidiyoruz. Tel- Aviv trafiği muhteşem, 3 kmlik yolu yarım saatte gidiyoruz,
yürüsek daha iyiydi. Eve döndüğümüzde, canım arkadaşlarımız Melis ve Ceren,
bizi beklemekten bıkkın, kahvaltıyı hazırlamış bizi bekliyorlar.
Kahvaltı sonrası, evimizin ordaki Lala Beach ten denize
giriyoruz ve ardından otobüsle Old Jaffa’ya gidiyoruz, bol bol yürüyoruz.
Sevimli, küçük bir yer.
Buraya gelmeden, ününü duyduğumuz, Abu Hassan da falafel
yemek istiyoruz. Maalesef Abu Hassan 3’te kapanıyormuş L Bugün de son günümüz, Hassan’ın falafellerinden yiyemeden
döneceğiz. L
Old Jaffa |
Pua isimli Restaurant da falafel |
Pua - Falafel |
Sabah havaalanına taksiyle gidiyoruz. Şöförle daha önceden
anlaşmıştık, tam vaktinde kapıya geliyor, havaalanı için 150 şekel ödüyoruz.
Ve işte yine bir macera başlıyor.
İsrail’e giriş kısmının zor olduğunu zannediyorduk, meğersem
tam tersi geçerliymiş. Ülkeye girişimiz 10 dk sürmüşken, çıkışımız 2 buçuk
saati buluyor. İnternette de çıkışın uzun sürdüğünü, uçuştan 3 saat önce
gidilmesi gerektiğini okumuştuk, iyi ki de okuduğumuzu uygulamışız.
İlk olarak, daha valizleri vermeden, bir görevli pasaport
kontrolu yapıyor ve birkaç soru soruyor. Bu işlem hızlı, önünüzde uzun bir
kuyruk yoksa, 5 dakikada ilk etabı bitiriyorsunuz.
Sonrasında tekrar bir kontrolden geçiyoruz, yanlış
hatırlamıyorsam el bagajlarımızı x ray cihazından geçirmiştik. Tabi yazıyı 6 ay
sonra yazınca pek detay kalmadı aklımda. Bu işlemi de tamamlayınca, olayın
bittiğini zannettik. İnternette de amma abartmışlar diye düşünüp, ülkeden
çıkışın bu kadar hızlı olduğuna şaşırırken, başka bir bölüme yönlendirildik.
Yine bir görevli pasaportlarımızı bir cihaza okutup, bizi
bir kuyruğa yöneltti. Tamam her şey yolunda, uçağımızın kalkmasına daha var,
sıkıntı yok. Sıkıntı yok diyorum ama benim için sıkıntılar başlıyor,
tuvalete gitmek istiyorum sanki, tabi o kadar acelem yok. Önümde topu topu 15
kişi var, bana sıra ne kadar sonra gelebilir ki, elbet o kadar dayanırım. 15
kişi olsa olsa yarım saat eder, başarabilirim. Yada giderim tuvalete sonra
dönerim sıraya ne olacak.
Önümde neler oluyor bakıyorum, el bagajı ve üst baş kontrolü
yapıyorlar. Ayakkabılarınızı çıkartıp, tartı gibi bir aletin üzerine
çıkıyorsunuz, el bagajınız didik didik aranıyor. İçerisindeki her şey tek tek
çıkartılıp, bir fırçayla inceleniyor ve bu işlem kişi başı 7-8 dakika sürüyor!!!
Önümde 15 kişi var. En iyi ihtimal sıranın bana gelmesine 1
buçuk saat var. Bu arada önümüze devamlı başka birilerini getiriyorlar. Önümüze
gelen bir adamı, başka bir sırada tam ona sıra gelmişken, bizim sıramızda en
arkaya getiriyorlar, küçük çaplı bir tartışma çıkıyor. Görevliler adamla sert
bir şekilde konuşuyorlar derken ortalık geriliyor, ben sanırım artık
dayanamayacağım, benim tuvalete gitmem gerek!!!
Bu sırada arkamızda yakışıklı bir çocuk bekliyor. Ceren
çaktırmadan çocuğun fotoğrafını çekiyor, Ceren’in fotoğraf çektiğini gören
görevli, Ceren’in yanına gelip, neyin fotoğrafını çekiyorsun, ver makinayı bana
diyor. Aman Allahım.
Ben artık cidden altıma yapmak üzereyim. Görevliye benim
tuvalete gitmem lazım diyorum. Hayır diyor gidemezsin, bir kere buraya girdin,
buradan çıkamazsın JJJ
Bir 5 dakika daha bekliyorum, olacak gibi değil, bu sefer kadın
görevliye soruyorum. Cevap aynı, gidemezsin. Karnımı gösteriyorum, hamileyim
diyorum, dayanamıyorum. Kadın tamam diyor, başka bir görevliyle konuşup onay
alıyor, ve sağ olsun beni sıranın başına alıyor. Ve ohhh tuvaletteyim J
Yemekten büyümüş güzel göbeğim, ilk defa işime yarıyor.
Bir önceki akşam, sanki geleceği görmüş gibi bu pozu vermişim :) |
Arkadaşlarım benden yaklaşık 45 dakika sonra işlemlerini
tamamlıyorlar, ve bir tatilimiz daha son buluyor, güzel İstanbul’umuza doğru
yol alıyoruz.
MUTLU SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder